featured

EKONOMİNİN DÜNÜ VE BU GÜNÜ

service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Son zamanlarda Türkiye’nin en önemli gündemlerinden birisi de muhakkak ki ekonomidir. 1990’lı yılların başından itibaren temel dengelerini kaybetmeye başlamış olan Türkiye ekonomisi, günümüzde bir çöküş içine girmiş ve bunalım denilen süreci yaşamaktadır. Ekonomide istikrarın sürekli olması gerekirken aksine süreklilik istikrarsızlıktan yana. Nedeni de herkesin bildiği gibi, uygulanmakta olan yanlış politikalar ve uygulanması gereken denetimlerin uygulanır olmaması.

1980 yılı, Türkiye ve dünya açısından önemli yapısal dönüşümlerin meydana geldiği bir yıl olmuştur. Küreselleşmenin hızla yankı bulduğu bu dönemde tıpkı diğer dünya ülkeleri gibi Türkiye de ekonomisini dışa dönük sanayileşme politikalarına yönlendirmiş ve bu süreç günümüze kadar uzanmış ve devam etmektedir ve devam etmekte. 1980 öncesi Türkiye ekonomisi kapalı ve ithalyolu ile sanayileşme modelinden sonra 1980 sonrası serbest piyasa ekonomisine geçiş yapmış ve IMF (uluslararası para fonu) destekli bir istikrar programı uygulamayı hedefine koymuştur. Bu bağlamda ilerleyen süreçte ekonomide büyüme hızının azaldığı ve oldukça dalgalı bir eğilim gösterdiği gözlenmiştir.

Türkiye ekonomisinde genel olarak oluşan bu durum ve ortaya çıkan krizler, etkilerini ekonominin reel kesiminde göstermiş olup üretim kapasitesinin azalması, yeterli istihdamın sağlanamaması ve tasarrufların düşmesi ile sonuçlanmıştır. Özellikle 1980’lerden sonra, küreselleşme ve teknolojik ilerleme sebebiyle yükselen işsizlik, gelir dağılımı adaletsizliği ve yatırım yetersizliği oluşmuştur.

Türkiye, 1980 öncesi dönemde ithal ikamesine dayalı bir ekonomi politikası izlemiş ve bu doğrultuda öncelikli olarak ithal edilen malların ülke içinde üretilmesi hedeflenmiştir. Kurulumu yeni gerçekleşmiş olan sanayi kolları, uzun süre boyunca gümrük ve benzeri vergilerle korunmuştur. Ancak ekonomide hedefleri oldukça geniş yelpazeye yayılan İstikrar Programı, 1980’li yılların ilk döneminde ortaya konulmuş ve 1980 yılının ilk günlerinde yürürlüğe girmiştir. Bu şekilde, ithal ikameci sanayileşme stratejisi bırakılmış, önceliği ihracat olan strateji ön plana çıkarılmıştır. Bu anlamda 24 Ocak 1980 kararlarınınTürkiye ekonomisine getirdiği yenilikler ve açılımlar ülke ekonomisinin kırılma noktasını oluşturmuştur. Bu kararlardan sonra Türkiye’nin ekonomi anlayışı değişerek piyasa ekonomisiyle buluşmuş ve Türkiye’de ekonomi politikaları arz yönlü olarak uygulanmıştır. Özel sektörünaktifleştirilmesi amacıyla yapılan vergi indirimlerinedeniyle ortaya çıkan vergi kayıpları ve dışpiyasalardan karşılanmaya çalışılmıştır. Ülkede borç yönetimine önem veren politikalar ön plana çıkmış ve Türkiye’de mali sektörde oluşan farklılıklar, yeni ortaya çıkan finansal araçların arz edilmesi ile hane halklarınıngetirilerinin oldukça iyi seviyelerde olmasını sağlamış ve bu politikanın önemini artırmıştır.

Ancak bu durum, Türkiye’de ulusal ve uluslararası borç faiz ve anapara geri ödeme zorunluluklarını da arttırmıştır.Kamu mali disiplinindeki yıpranmanın reel faizleri yükseltmesiyle de kamu borç stoku artış göstermiştir. Süreç içinde görülen bu dışa bağımlı yapının beraberindegetirdiği büyüme politikaları, ve dış sermaye yatırımlarını engellemiş, faizde ortaya çıkan yükseliş ekonomide gerilemeye yol açmıştır. Bu durumu ortadan kaldırmak için ortaya konulan istikrar programları da yetersiz kalmış ve 1994 yılında da krize neden olmuştur.Sürecin devamında kamu borçlanma gereğinin büyüdüğü bir aşamada faizlerin düşürülmesi, Türk lirasından kaçış ve dövize yöneliş başlamış ve Türk lirası, yabancı paralar karşısında büyük değerler kaybetmiştir. Dolayısıyla dövizkurlarındaki yükselmeler karşısında geri dönmeyen kredilernedeniyle batık krediler yükselmiş, ithalata dayalı işlem yapan ve döviz cinsinden yükümlülükleri bulunan şirketlerin birçoğu iflas etmiştir. Bunun neticesinde krizin etkisiyle; döviz fiyatları yükselmiş, faizler çok yükselmiş, olumsuz beklentiler oluşmuş ve sermayede ortaya çıkan kısa vadeli giriş-çıkışlar ekonomiyi sarsmıştır.

İlerleyen yıllarda Türkiye’de dış borç, dış açık ve cari açık artmıştır. Kredilerin özel sektöre yönelik olarak sunulması ve böylece özel sektörün bankalara yükümlülüklerinin yükselmesi, yerli paranın aşırı değer kaybetmesiyle cari işlemler açığının yükselmesine yol açmıştır. Sermayenin ülkemizden çıkışına bağlı olarak oluşan devalüasyonlar hisse senedi fiyatlarının aşırı düşmesine neden olmuş bu duruma çözüm olarak IMF ve dünya bankasının desteğialınarak enflasyonu düşürmek için gerekli olan politikalar uygulanmış ve Türkiye ekonomisinde büyüme sağlanmış ancak işsizliğin, enflasyonun, kurların, faizlerin yükseldiği ve kişi başına düşen gelirin azalmış olması engellenememiştir. Diğer bir ifadeyle, büyüme gerçekleşmesine rağmen ekonomide yer alan temel sorunlardevam etmiş ve devam etmektedir.

Borçlanmanın arttığı,  kişi başına düşen gelirin geçim sınırının çokça altında kaldığı, enflasyon ve bütçe açığınınkapatılamaz hale geldiği, cari açıklığın hızla büyüdüğü, işsizlik oranlarının ciddi bir şekilde yükseldiği, toplumun çoğunluğunda alım gücünün yetersiz kaldığı bir ekonomiye, iyi ve istikrarlı demek mümkün değildir.

Yüksek enflasyon oranı, yüksek cari açık, dış ticaret açığı, ödemeler dengesi, düşük tasarruf oranları, fiyat değişmeleri ile ilgili ve geleceğe yönelik belirsizlik, mali sektördeki dengelerin yüksek enflasyon nedeniyle bozulması, borçlanmaya bağlı büyüme artışı, denetimi olmayan rekabet, kredi talebindeki yükselişler, TL değerindeki farklılıklar, dövizdeki istikrarsızlık, yüksek işsizlik oranları ve bankacılık kesiminde ki sorunları bertaraf etmiş bir Türkiye Ekonomisi için çok çalışmak gerekli.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
EKONOMİNİN DÜNÜ VE BU GÜNÜ

Yorumlar kapalı.

Giriş Yap

Edirne Gerçek Gazetesi - Edirne'nin Gerçek Sesi ayrıcalıklarından yararlanmak için hemen giriş yapın veya hesap oluşturun, üstelik tamamen ücretsiz!

Bizi Takip Edin